Haritam… Ah benim canım haritam… Biricik seyahat arkadaşım, rehberim, yol göstericim haritam. Neler çekti benden neler… Neler gördü, geçirdi! Ne badireler atlattı, ne maceralar yaşadı… Dili olsa da anlatsa size her birini…
20 yıldır 4 kıtadaki seyahatlerimin tümünde her anımın tek ve en yakın şahidi o ne de olsa. Yoldaşım… Sırdaşım… Ah bir de dili olsa…
Haritam, seyahatlerde gerçekten de benim her şeyim. Biliyorum, şimdi navigasyonlar, dijital uygulamalar, akıllı telefonlarımızdaki envai çeşit teknoloji varken, kağıt bir harita size demode gelebilir. Ama benim için o, vazgeçilmez! 20 yıl önce de öyleydi, bugün de öyle. İyisi mi, hikâyeyi en baştan alalım:
Aslında küçücük bir kızken, hatta kendimi bildim bileli yatak odamın duvarında kocaman bir Türkiye haritası, çalışma masamdaysa Dünya Küresi vardı. Bizimkiler, ben kaç yaşındayken onları odama yerleştirip bu virüsü bana enjekte ettiler, bilmiyorum. Babamla oyun diye bu haritalarda ya da başucumdaki atlasta şehir ve ülke bulmaca oynardık. Asıl konumuz olan şehir haritalarıyla aşkımsa, babamın yine küçücükken bana harita okumayı öğretmesiyle başladı sanırım. (Bence zavallı babam, kızının görsel yön bulma duygusunun sıfır olduğunu erken fark etmiş olacak ki, “bu kız ancak haritayla hayatta kalabilir” diye bir öngörüyle bu işi daha geçe bırakmak istememiş 🙂 ) Evet, yanlış okumadınız! Gezginim… 40 ülkede yüzlerce şehri karış karış gezdim ama itiraf ediyorum, görsel hafızayla yön duygum gerçekten de “sıfır”! Yani haritam olmadan ben tam anlamıyla körüm, bir hiçim 🙂 Ama haritamla beni, neresi olduğunu söylemeden, dünyada en olmadık yere bırakın, asla kaybolmam! İşte en başta bu sebepledir ki kendisi benim seyahatlerimdeki vazgeçilmez yoldaşımdır.
Her daim elimdedir bir de, çantaya bile nadiren girer. (Bazen de yine sürekli elimde dolaşan Lonely Planet’in arasındadır.) İşte bu yüzden diyorum ya gerçekten çok çekti benden çoook … Nasıl mı? Mesela… Her şeyden önce, sürekli elimde olunca oldukça kırıştı. Her seferinde farklı yerinden katlanmaktan iz yaptı, sonra da o iz yerlerinden hafifçe yırtıldı! Eh, terledi elimde tabii mevsim yazsa; kışsa ıslandı yağmurda, karda, doluda… Üzerinde rotalar çizildi, notlar alındı. Yabancılar yollar tarif edip, işaretler koydular üstüne. En fenası da, söylemeye utanıyorum ama zavallıcık, her seyahatte birkaç kere olmadık yerlerde unutuldu, kısa bir süreliğine de olsa kayboldu!

Eh tabii sürekli elimde olunca… Dükkanların tezgahlarında, cafelerin masalarında ve tabii en çok da……….. tuvaletlerde sifonların üzerinde mesela… Tamam kızmayın bana, “en yakın yoldaşını nerelerde bırakmışsın” diye! Biliyorum: Suçluyum! Ama her seferinde elimdeki boşluğu bir iki dakika içinde fark edip koşa koşa geri dönen ve mekandakilere kan ter içinde panikle: “Haritam! Haritamı burada mı unutmuşum?” diye soran da bendim. Bunca yıldır belki bir, belki de 2 fire dışında her seferinde de buldum kendisini ve duygusal bir kavuşma yaşadık o anlarda: “Ah canım haritam, ben de seni kaybettiğimi sanmıştım” sözleri eşliğinde… Bu sözlerim samimidir bu arada, çünkü eğer gerçekten kaybolursa, asla o saatten sonra alınacak yeni bir harita onun yerini tutamaz! Dedim ya, onda yollar çizilidir, notlar alınmıştır, işaretler konmuştur. Henüz gidilmeyen yerler bir yana, asıl gidilmişlerin kaydıdır bunlar. Üstelik, anlattığım gibi ıslanmış, katlanmış, eskimiştir o. Seyahat, o ana dek onda silinmez izler bırakmıştır. Tıpkı bende bıraktığı gibi… Hani her seyahat bizi özel bir şekilde dönüştürür ve asla eskisi gibi olamayız ya sonrasında. İşte aynısı o seyahatin haritası için de geçerlidir. O yüzden üzerindeki her iz kıymetlidir ve özeldir. Ve işte bu sebeple, dijital uygulamalar asla haritamın yerini tutamaz benim için. Çünkü onların üzerinde anı birikmez! Çünkü tam Çin Seddi’ne çıkmadan içtiğin yeşil çay, navigasyona damlayıp iz bırakmaz! Paris’te yol sorduğun yakışıklının el yazısı, dijital uygulamada sonsuza dek kalmaz! Küba’da birden bastıran o sıcak yağmur, telefonundaki harita uygulamasını ıslatıp şeklini bozarak, kuruduktan sonra bile bir parçası olarak kalamaz! Teknoloji güzel evet ama, ben işte bu sebeplerle eski usûl haritam olmadan asla yola çıkamam!

Eve dönünceyse, o seyahatin en değerli anısı olarak, kutsal bir nesne gibi, adeta törenle katlanır ve bazılarının mücevher kutularına elmas gerdanlıklarını yerleştirmeleri misali özenle, çok kıymetli harita kutumdaki diğer emektar arkadaşlarının yanında yerini alır. Artık orada, ben aynı şehre tekrar gidinceye kadar, huzur içinde dinlenip, gülümseyerek anılarını düşünebilir ve tabii diğer şehirlerden arkadaşlarıyla beni çekiştirebilir. Ve eğer bir gün sizlerin anlayabileceği bir dili olsa… Tüm bunları size de anlatabilir… Ama o zamana dek, haritamla maceralarımız bu blogda, benim kalemimden hikayelerde olacak … Bizimle dünyayı gezmeye var mısınız?





